21 Aralık 2010 Salı

İsTaNbUl HaTıRaSı


İsTaNbUl HaTıRaSı 

~~*~~      
                            
gözüme aşk battı kör oldum!
bak bu burçlar benim körlüğüm
bu lamartin caddesi, bu ıssız göl
bu serap, bu sâdâbat, bu kız kulesi

bir renga gibi akıp gitti yaz
alevden çiçekleri o haz göğünün

al işte istanbul hatırası
bu gelin teli sarıyerden
gümüşüne keder bulaşmış bu seher
kalem kaşlı bu maçka yokuşu
melâli de bilir helâli de

düdenlerin suya yürüdüğü sevişgen gün
sonra o tan kırmızı jelvera gölgesi
sonra bu kan kokusu bu kan kokusu

bir soluyan faytondu ne zaman geçti sorulmaz
bilinmez ne zaman soldu lülesi çeşmelerin

altın ateşte sınanır dedi bir ses
acıyla yontulur elmas

sana söz!
şehrin sustuğu yerden söyleyeceğim seni
son nefesimle
yakacağım kıyıları başladığı yerden
anavasyanın

bilirsin rüyalar itirazdır kara geceye

~~*~~

Perihan BAYKAL

Onaltıkırkbeş, Sayı:19

(Bu şiirimi İsveç'teki bir yazarlar buluşmasında, değer görüp seslendiren sevgili Ayşe Kilimci'ye sonsuzca teşekkür ediyorum. Ah, İstanbul! Gam yemem artık, gamından gayrı.)

1 Aralık 2010 Çarşamba

SAGU



SAGU

1.

-bugün aşk için ne yaptın?
el cevap:
-öldüm!

görüyor musunuz akan kanı
çeperlerimden?

tarih kadar kırmızı

k a n ı y o r bir badem ağacı
k a n ı y o r yarım kalmış bir kitap
kanıyor, söylenememiş
bir. çift. söz!

çatıda bir pal güvercin
unutmuş kuğurmayı

2.

dudağında
bir gülümsemeyle ölmekti belki
mutluluk

ah, o yitirdiğimiz mavi büyü!

büyük inanmaklar, büyük kuşlar...

3.

herkes kendi anadilinde sussun şimdi
donansın nar ağaçları, lâlüebkem

~*~

Perihan BAYKAL


SERENCAM


SERENCAM

~*~

adak tarlaları, kuzgun siyahı serencam
ya nadasındayız ömrün
ya da soykasıyız bir demin
sır'rını çaldık gölün, kırdık aynaları
son görüşümüz oldu yüzlerimizi

bu yüz, bu eller bizim değil
düşlerimiz ayrı düştüğünden beri
falcı kadın yalan söylüyor
kirli sesi, tırnakları, çürük dişleriyle
ürkütüp Lorca’nın sonelerine konan
gözümün bebeği serçeleri

bir mağara açtın içimde
sarkıt dikit tastamam
soğuk soğuk terleyen taş
duvarlarında kavı açılmadık
kuzguni bir aşk/ kanıyor
boynumdaki doğum lekesi

kırılırken çölde nergis’in sureti
uluyorken ormanda yedi başlı dev
kat sesini sesime, gel
dudağında sahte gülüşleri silen
ıslak bir ıslık/ elbisemde
yıllanmış şarap lekesi

öp beni korkularımdan
kuruyorum yeniden saatleri

Perihan BAYKAL

Onaltıkırkbeş, Aralık 2006, Sayı: 9

21 Kasım 2010 Pazar

KÜL MESELİ


KÜL MESELİ

bağbânı çerağ bir kör bağ
emeğin zay'olduğu çağ bu çağ!

1.

"yağma yağmur
esme be deli rûzigâr!"

yolum yarda, eğnim dar!

bırak alışayım içimdeki bıçağa
işlesin yâreme hakkağın kalemi
kor âteşler yaktığım âteşgede
bırak soğusun!

sussun!
üflediğim ney… kandığım kös!

ah, sude!
sırtından vurulmuş bir ülkeyim
gözlerinde kocaman bir hayret


2.

bir ehven bulutun ellerime bıraktığı son damla
ömrüm! kelebeğin kanadına yüklü borç
-ola ki gezden, gözden tez-

ben böyle bilmez idim insi âlemi
ben ki en çok kendime diken
ele gül kızıl canfes

bir yanım fırat ağlar
bir yanımda ergene

saya geziyorum kapıları
gözlerimin bebeğinde ıslak bir ateş
uykularım
kuş uykusu

sen ak ey mavi heves, ben yuttum dilimi

3.

bir dilim aşk düştü payıma yaşamdan
aldım sardım sıracasına dünyanın

duydum acısını
erdim sırrına

vurgun demindeyim
akrebi yelkovanından uzun
saatlerin

~*~

Perihan BAYKAL
Mühür, Temmuz-Ağustos 2009


1 Kasım 2010 Pazartesi

Susmalar Alfabesi


SUSMASALI

S

susmalar alfabesi
paslı diller, körelmiş im/lâ/l
geçmiyor iplikler çoğalan geceyi

hançer(eler)in keskin yeşilinde
düğümlenen zılgıt, o süreğen dal
üreyen fısıltısı mayının
-sıyrılıyor kınından kin: tısss!

hangi ak(k)or bu kontrbasın
yükselip alçalan sesinde

U

hadi daya başını omzuma
en asisi nehirlerin, son oğulu
safranlar sarısı balın
u/yuyayım çatalında kollarının
birlikte u/yanalım: andante

kurtlara ula beni
ulusun içimde bin kurt

S

her dilin alfabesi
ayrı kurur saçlarını
taraçalarında tarihin
-etçil obur meşime-

susssssss-
ma
yı/kan sorularını
yıka suyumla

~*~|

Perihan BAYKAL
Berfin Bahar, Mart 2008

25 Ekim 2010 Pazartesi

Kuşlar Yıkanır Sesimde


Kuşlar Yıkanır Sesimde

~~*~~

tuz basılmış yaralarıma inat
pervaneyim ışığında
ey hayat

devrik bir sultanın
kahreden kederi
yanmış yıkılmış
saray öreni
değil artık yüreğim
zinciri kopart

ay çapında bir dul gecede
sular uyurken uyandım
dudağımda çiy
gül yaprağında kan
dizginleri yağmura dolanan
doru taydı zaman

gömdüm ölülerimi
bir kızıl gülün dibine

sorgucum Anka tüyü
saltanatım gül
böğürtlen mevsimi
kuşlar yıkanır sesimde

~~*~~

Perihan BAYKAL

21 Ekim 2010 Perşembe

Ateş Böceği


ATEŞ BÖCEĞİ

1.

yâ kebikeç!
sıyrılır yalanın ve yılanın kavı kavi
er ya da geç!
su ve söz
bulur adresini

gül dikeniyle sınar, gelincik sabrıyla
bir dilsiz diber ki, soylu
sözün bittiği yerlerde çıkagelir hep
ya da ah, yetmediği!

sustuğu kadardır bazen insan

2.

bu acıyı yeni koydum sol yanıma
tadı yeni, dili yeni, eşki yeni
yenik bir gülün kapanışı içine kendi
kendine batan yürek dikeni

şair kalbi! tanrı sırçadan mı yarattı seni?
nasıl dünyayı ol sühan'dan
gülü suyun nârı, efsunu peri!

pan ülkesinin çocuğudur ki o
kalbi büyüktür avuçlarından
ne bilir ah, kan tüten hançeri

yanıldığı kadardır bazen insan

3.

soyun teninden! eğnin göğnüsün
âteş kim pervâne o, pervâne kim o âteş
aşk! senin en güzel yüzün

yandığı kadardır bazen insan

4.

geceydi...
karanlığa ateş etti bir el
bir ateş böceği
kan revan!

Perihan BAYKAL
Kıyı, Kasım Aralık 2009, Sayı: 211


Ateş Böceği


ATEŞ BÖCEĞİ

~*~

1.

yâ kebikeç!
sıyrılır yalanın ve yılanın kavı kavi
er ya da geç!
su ve söz
bulur adresini

gül dikeniyle sınar, gelincik sabrıyla
bir dilsiz dilber ki, soylu
sözün bittiği yerlerde çıkagelir hep
ya da ah, yetmediği!

sustuğu kadardır bazen insan!

2.

bu acıyı yeni koydum sol yanıma
tadı yeni, dili yeni, eşki yeni
yenik bir gülün kapanışı içine kendi
kendine batan yürek dikeni

şair kalbi! tanrı sırçadan mı yarattı seni?
nasıl dünyayı ol sühan'dan
gülü suyun nârı, efsunu peri!

pan ülkesinin çocuğudur ki o
kalbi büyüktür avuçlarından
ne bilir ah, kan tüten hançeri

yanıldığı kadardır bazen insan

3.

soyun teninden! eğnin göğnüsün
âteş kim pervâne o, pervâne kim o âteş
aşk! senin en güzel yüzün

yandığı kadardır bazen insan

4.

geceydi...
karanlığa ateş etti bir el
bir ateş böceği
kan revan!
~*~
Perihan BAYKAL
Kıyı, Kasım Aralık 2009, Sayı: 211

16 Ekim 2010 Cumartesi

Kâf'i ; Hiç ; Hep


ÜÇ KISA ŞİİR

Kâf’i

“ben bu göğün kuşu değilim!” dedi
yaktı kendini Anka

o’ydu tuz
oyuldu içim
kere otuz!

su! su! su!
inledi çölüm

sana susadım
susadım sana
su

arasaydın
bulurdun beni
bir çiy tanesinde


Hiç

atlası şehriyârımın
ölüm ölüm
kanlıca zâlim
-o mahlas’ı kül!-

duldanda ne saklarsın
kendinden başka?


Hep

acı her esir aldığında dilimdeki eğiri
uzanırdı salkım söğütlerin
tirhandillerin

ne zaman yalımlar içinde yalın kalsam
hep bir çift kırmızı pabuç buldum başucumda
öptün, geçti

çok yaşa hayat!

***
Perihan BAYKAL
Zalifre Yazıları, Sayı:5


10 Ekim 2010 Pazar

KÜSNÂME


KÜSNÂME
*~~*~~*~~*~~*

gözlerim
çöl yutmuş badem çiçeği
beyazsız beyazlardan
ve eterli yazlardan

yerde kum ve hayıt
gökte ay mahsusluğu

vahşi bir atın su içtiğiydim
avcunuzdan
soluk soluğa akan bir deli çığ

terkimde dağlar, terk edilmiş
revnaklı taklardan geçtim
uzun ve kimsesiz

karafakilerden dökülür gibi
döküldüm kör uykularınıza
çizerek mânânın altını, gümüş

say ki içtim ol zakkumun suyundan
acıyla yudum yüzümü
yuğlar boyu, kaknüs!

narlı bir yankı oldum
çarşılarınızda

kalır belki, biraz üvey
benden bir zambak kokusu
avlularınızda

Perihan BAYKAL
Yazılıkaya Şiir Yaprağı, 33
 

Güz İçin Birkaç Söz -LÂFIGÜZ-


Güz İçin Birkaç Söz

-LÂFIGÜZ-

güz üzüm gözlü bir kız; sayrıl, ince, sarı
uzun yollara gider, uzun yollardan gelir
elinde bir şahabi yumak
sararhasarar, sararhasarar

bu mevsim kırağıyla karılmıştır biraz
alacalı bir atlas hışırtısıyla, iri
açılmış gözleriyle bir pal güvercinin
bakışında akşamın yorgun patı

bir güzü hep yeniden çözmek saçlarından
bir çocuğun iyi huylu merakıyla
diri yağmurlar devşirmek vakitsiz

güz nedir, nedir güz; güz bir ahraz çerçidir
alır çıkarır gümüşüne suyun, serin

ah ustam, acı diptedir elbet
güz kuşlarının ötüştüğü o derin
yeniler sırrını aynaların durmadan, kavi

ne ki güz, hep kendini ağırlayan bir konuk
sümbül makamı bulutların, rehgüzârı

güz bir fal ölüsüdür şimdi masada
evirir çevirir dünyayı, küçük fincanlar oyar
karıştırır, kırıştırır külleri; durmadan nefti

bahçedegevezerüzgâr
birkaç anı, birkaç gazel
seyiren salıncağı
yaşamın

 Perihan BAYKAL
Onaltıkırkbeş, Sayı:24

26 Eylül 2010 Pazar

MÂCERÂÜNNEHİR


Mâcerâünnehir

I.

ben hep güneşle uyandım sabahları
ağusuyla kengerin, dilâzâr!

ciğerlerimde artağan bir gülün terli telaşı
kıyısından geçtim ölümün kırpmadan gözümü

bendim, bendim, bendim o
hançer yalımı gibi yalayan teninizi

soğurdum aşkı, kızılca kanımla yoğurdum
neyimdin
      neyimdin
            neyimdin ey aşk
sazım mıydın üflediğim
ne zaman eğildimse nemli ağzına
seyreldi gecenin siyah atları

fasılasız bir gül yanığıdır ömrüm
billuri bir ayna
ki dökülmedi hiç
sırrım!

..........

ben kendimi hep bir ırmağa tamamladım

II.

düzümden okuma beni göremezsin
kalbim bir onmaz kayıp
ufka gölgesi düşmüş
o gümrah yaseminde

sayfama yılkılar serpilmiş, beyaz
yılgınlıklar!
savurur talih saçlarını
kör tarihine ülkemin
tararım tararım açılmaz

dara düştü narağacım
düşmedi dâvam
özümden ağrı, sözümden ağır
kavlim var denizle:

uyansın ruhumda uyuyan ırmaklar!

Perihan BAYKAL
Eliz, Mart 2009

24 Temmuz 2010 Cumartesi

SİHRİYAR


SİHRİYAR

soy atım
vahşi kısrak!
hadi sen de bir çentik at
şu zamâne ağacına
kahverengi üstüne ak

gel dizginin dolu, gel eşkin
çözelim saçlarını dona çekmiş bir meşkin
süzelim bâdesini

neşveyle gel, işveyle
aşıralım umudu dağdan bacadan
gülü yâdelden, hoyrat!

dolmaz çün kendi kendine
ne ay ne ayna
sen yakmazsan kandili
neyine ışk!

kerem et ey devâ, ey sözleri şekvâ!
bak ki hayran, ak ki hasret
ay dolunsun, dolansın başımıza
şu âlâ cinnet!

açtın mı o kapıyı
sıyrılır kabuğu düşlerin
aştın mı o kapıyı
çırılçıplak bir yaz
etenesi som mavi

-ah o kelebek hattı o kayran!-

ne çalap, ne cümle acun
ne var tam bu dünyada
aşktan başka?

ay, ay, ayyy!
çalsın kitara, çıldırsın pan

kısaltmalar kadar kısa yaşanan aşklara inat
upuzun yaşayacağız sözcükleri

Perihan BAYKAL
Afrodisyas-Sanat, Ocak-Şubat 2010, Sayı:19

8 Temmuz 2010 Perşembe

ŞİİRPENÇE


ŞİİRPENÇE

martı gagasında bir tutam mavi!
öptüm koyusundan… sularım şavkıdı
sarışın bir mızıka sesi oldu hayat
yüzüm
âsude çocuk yüzü
-denizler boyu sim'bâdısabâ!-

tuttum
ebe oldum ebemkuşağına
doladım dilime belime
ol berceste heceyi, –gülbengî
bir nefes bir nefes bir nefes daha!
soluduğum rahvan ölüm, üflediğim mor duman

neyleyim âbı şarabı
doyarım ağzınla bal yemiş gibi
ömrüm deminde nârıbülbül
konmuşum da ak iğdenin dalına
öter dururum
geceden sabaha

vaktidir yom çekmenin aşkî kuyulardan
alnımıza yazılmış bu davet bir kere
bendesiyiz vâdesiz
şiirpençe divan

tutmuşuz da acunun kulağını
çeker dururuz
ezelden
şemsiâbâda

Perihan BAYKAL

Denizsuyukasesi, 2008

30 Haziran 2010 Çarşamba

TEMMUZ'UN SUÇU


TEMMUZ'UN SUÇU

ben suyum; sudan geçen alabalık, alabalıktan geçen su
ben ateşim; ateşten geçen habbe, habbeden geçen ateş
bende ve melik, şakayık ve liken
bam teliyim bir çalgıçsız curanın
eğici dilden, gül ağacı

ah, şu delilik
şu deli ilik
sedef düğme olup geçemediğim
sılada gurbet acısı

aşkaydı başkalık. iki sözümden biri
kaygan ağzı yolun ve yosunun
insan olmanın dur duraksız sızısı
yunus yunus yâne’leyin

vurmuşlar ninemi, saçları iki sarışın belik
dili eliften, kabuğu çetin sır
babam ki hâlâ diyemez ş’yi

ah, acının eylülü, temmuz’un suçu
emdim dikenimi, dîdem kanadı
ebabil kuşları, ebabil kuşları
çatladı taşın sarısabrı. usum ağrıdı

hayyam’dan yeldim şarabî
ey ufuklar gözcüsü, cihannümâ
ben ödedim bu gülün diyetini
şart olsun ki!
hırkamı giydim, eydim sözümü

dediler leylîdir bütün aşklar
peri tozları dünyanın, feriştahları
aşk bir bâtıl inanıştır
tuttum doğuya döndüm yüzümü

yarıldı nar… yayıldı nektar…
tut!uştum
bir ömür aslı oldum suretin

ah, temmuz’un ne suçu var!

Perihan BAYKAL

Patika, Ekim Kasım Aralık 2009, Sayı:67

26 Haziran 2010 Cumartesi

Ben Hayatta En Çok Seni Sevdim


BEN HAYATTA EN ÇOK SENİ SEVDİM

*~*~*~*~*~*

ben hayatta en çok seni sevdim
sen çıkıp yeldin, geldin ya yeğin
gündüzler gece oldu, geceler gündüz
güneş tabakta turunç, ay gölde tavus

kazaz inceliğiyle yontardık aşkı, biz aşkı
tek tek, tane tane, an be an
fırat kıyısında içilen mırradan acı
ve deliydi balımız
-ki en çok sevdiğini kanatır insan-

ben hayatta en çok seni öptüm
dudağım dudağına
tenin tenime değende
en güzel kırmızısı dünyanın

ben en çok sana güvendim hayatta
tuttum elini eğildim uçurumuna yüzünün
kar yağarken düşlerimize incecik
sen gibi örtmedi bir daha kimse üstümü

ben hayatta en çok sana küstüm
giderdim senden sana varırdım
sığındığım dulda yine senin kuytun

iflah olmaz martısıydım göğünün
ben tufeyli, ben evcil, ben vahşi
ne olduysam hep senden yana, sana doğru

yirmi bin gözüyle baktım kelebeğin sana
bakar gibi suya gül, uçsuz ve sonsuz
bir yavru kuş ağzıydı yüreğim ağzında
işte öyle, işte öyle, işte öyle sevdim

hayatta ben en çok seni sustum
yaşım göstermedim yağı yabana
geceler boyu eğirdiğim kınnaptın ince
ellerim kalebent, gözlerim sufi
ben seni bir büyük yemin gibi sevdim

ben hayatta en çok seni…

şimdi kim özür dileyecek kuşlardan, kim
hangi dal, hangi mavi

Perihan BAYKAL


Karşın Dergisi, Sayı: 14, Ağustos-Eylül 2009

10 Haziran 2010 Perşembe

LİL AŞKINA


Lil Aşkına

güneşin kehribar kokulu terini
sürdüm de tenime tiril

esrâr ile esnedi âyet
ve bilcümle mâbet

göğnüdüm göğerdim göğ old
um
ve bâdehu
kısığından geçtim şehsüvar!

sırladım kapıyı
gül aşkına
aşk verdi yeni gün
gökle yer arasında
lil aşkına

İnatla direniyorum işgal ordularına dünün
Ağzımda dikenli sapı bir gülün

Perihan BAYKAL

8 Haziran 2010 Salı

Geyik ve Tambur Meseli


GEYİK ve TAMBUR MESELİ

siyâh bir gül gibi kokladım geceyi
sordum: ölüm uykuysa rüyâsı hani



peşrev

ey geceye bürünen kutlu yâkut
taze açmış ol gonca bedir
aczi ve kudretiyle
parmağımızı yakan yeşim zehgir, ey

ne kadar ağlasak
avuçlarımız elbet gül!


sûzidilârâ

hangi melekûtun acul kuşuydun yedi renk
döktün kalbime zigur atlarını
öptüm dünyayı yüzünden, sütlü ve mavi

çıktım çarşılara içimden, kırlara
göğsünde âfâk büyüten
şımarık havuzlara
gülüşüne yeni doğmuş bebeğin
arının eğirine, balığın gümüş terine
mübalağa sözlere, gözlere, suzidillere

âh ki ne desem
her kapıyı aşktır diye açtım ben, aşkla
ölürdüm ya aşk için
ben gökyüzü, ben akik, ben şeydâ

benmişim o görünen sır aynadan:
ne kadar yalçınsa dağ
meğer o kadar ıssız gölgesi


sûzidil

üfledi zephiros acı soluğunu
dindi yüzümde kara!

unuttum ismimi: bukağıdır ismi insana
o avcılar kaçağı
firuze geyik

bir mavi çan çiçeğiyim şimdi
boşlukta tannan



sûz

başın mı dönüyor dedi annem
mavidendir dedim anne, maviden

korkmam ben acı çekmekten
yeşil bir dal gibi ağlarım
yeter ki bilme sen
gözüme kaçan tozu

PERİHAN BAYKAL


Mühür, Eylül-Ekim 2008

ÇALKAĞI

ÇALKAĞI

kapıyı açarım mavi bir rüzgâr: kreşendo!
düşer düşmez erir yıldızlar avluya
büyür kardelen beyazı bir su
mermer havuzlarda
                                           
çalkağısında zamanın
teleğinden kopan kuş, dökülen pul!

bülbüller mi lâl dut ağacı mı
çatalkarası geceye savat
hangisini sussun dil –ki demlenir
bir yok sarnıçta

   güle düşsem gönlümü, karanfilin yüzü asık
ille kanatır bir çakırdiken
aykırı kuğular, cüce yıldızları göğün
ah benim siyah beneğim, süveydâm

 kaparım kapıyı, eteğimde
bin oğullu turunç balı
şiirin bin evcikli bağından yarama

~*~
Perihan BAYKAL

6 Haziran 2010 Pazar

Karmen Güllü Hançer

KARMEN GÜLLÜ HANÇER

gülün çektiği, ah!
rengi belâsı

anlatsam azalır mı acı
yoksa büyür mü kınından çekilen bıçak
aşkın kızgın kumsalında
kimin bu kimin ayak izi
ve hangi derin gecede kızarır
bir utangaç inci
tuzlu öpüşleriyle dalgaların
vahşi

örtündük geceyi çıplak tenlerimize
inledi kitara ve ıslandı mürdüm
sudan ve ateşten elleriyle
o siyâh gözlü alşimistin

hadi durma
yeni bir gül takalım yakamıza!

ki bekler aşkın doruğunda
o karanfillerin çatladığı
karmen güllü hançer!
ve mavi kanatlı lorelei
öper ölümü dilinden
emerek zehrini yılan!

ey gözlerine yazıldığım
kâlu beladan beri
kardeş mi aşkla nefret
ölümle yaşam?

hadi durma
yeni bir kül takalım yakamıza!

sözüm çizsin bileğini ve aksın kan
kopsun ve dağılsın nar gibi düğmeler
yana...yana...yana...yana...

yalayalım bıçaktaki yar lekesini

PERİHAN BAYKAL

Taflan 2007 ; Ekin Sanat, Mart 2009


***

Ve tekrar:

"anlatsam azalır mı acı
yoksa büyür mü kınından çekilen bıçak
aşkın kızgın kumsalında
kimin bu kimin ayak izi
ve hangi derin gecede kızarır
bir utangaç inci
tuzlu öpüşleriyle dalgaların
vahşi"

Bu şiirin hikayesi:

Bu şiirimin özel yaşamımda direkt bir karşılığı yok. Sanal bir şiir atölyesinde verilen tema üzre şiir çalışıyorduk ve verilen konulardan biri de 'ölüm ve erotizm'di. Bu ikisini bir şiirde, birarada işleyecektik. Bu iki sözcük bana Karmen'i çağrıştırdı hemen. Ama hemen. Bunda belki, o günlerde tekrar be tekrar dinlediğim Bizet'nin Karmen'inin de etkisi olabilir. Şiirin daha ziyade kurguya dayandığına, ancak o kurgusallıkta bile yazarının yaşamından, duygularından, edinimlerinden, bilinçaltının fırlatıp durduğu pıtraklardan izler taşıdığına bir örnek olarak düşündüm şiirimin mütevazı serüvenini ve bunu yazmak istedim. Birkaç dizesi hazırdı zaten bu şiirin, itiraf ediyorum. Defterime gelişigüzel karaladığım, aklıma gelivermiş ama henüz şiire dönüşmemiş birkaç dizeyle, yazdığım şiirin dokusunun birbiriyle uyuştuğunu gördüm. Ve dökülüverdi şiir, bir çırpıda, herşey yerli yerini buluverdi beni şaşırtan bir hızla. Bıçak imgesi mi? Onda biraz da, o günlerde, bir yakınımın tıbbi bir operasyon geçirme ihtimalinin gündeme gelmesinin etkisi var. Alâkasız görünebilir ama şiirler biraz da rüyalara benzemez mi? Evet, şiirimdeki bıçak elbette Karmen'in bıçağı ama biraz da o bıçaktır işte. Bütün bunlar ve daha bilmediğim kimbilir neler, karıştı, halvet ü harman oldu, bir iki sarsıldı-titredi ve attı üstündeki tülü. Adını da aynı hızla üfledim kulağına: Karmen Güllü Hançer.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

İFŞA

İFŞA
"Auschwitz'den sonra şiir yazılamaz." T. W. Adorno

biz kaç kişiydik unuttum saydım yeniden
ayva mıydı nar mıydı unuttum soydum yeniden

henüzmüş, hazinmiş, açarmış yâre
çağ çağı taşırmış
nâçar kubbeler, habbeler ve inceden nâle

âhım ki göklere kunt!
hey yâve!

bizim ağrımız yüreğimizdedir dostlar
ağımız yüzük kaşı, hâzirun:
dağlara taşlara…

ve elbet, gül kokar yalnızlığımız!

aynı surun içindeyiz, aynı göle eğilmiş
bir âtiye çalışıyoruz
yek vücut
ve tek ü tenha!

biz nerdeydik nerde unuttum sordum yeniden
hayır mıydı şer miydi unuttum yordum yeniden

onlar ki
aşırı karalardan gelmiş
siyah yürekli beyaz adamlardılar
kedilerin, kuşların
ve çocukların görebileceği kadar çirkin!

ne Kabil!
aşılmaz yollara, aramgâhlara…

sildim cümle imlâyı
ömrümün renkli pelurlarından
ne yazsam yalan artık
ne yapsam cürmü meşhut!

ah, ebabil!
yenilgi sürüyor, yenilgi sürüyor
sürüyor alnımızın çatında a(ş)k
tüm haşmetiyle!

PERİHAN BAYKAL
Yolcu, Sayı:51

24 Mart 2010 Çarşamba

Gülü Taşıran Damla


GÜLÜ TAŞIRAN DAMLA

ellerim vardı dokumaya aşkı: kirtim kirt!
gözlerim vardı okumaya: virdim virt!

ay yoktu gecede, bütün elmalar yarım
uçmak deresinden geçtim
ayaklarım çamur başım gökyüzü
saçlarım
melekler kadar ıslak!

şehrim ki üzüm buğusu, deniz
kokusuydum güneşin, gülün alevi
gümansız gülüşü bir çocuğun dünyaya
mürden hafif, tülden narin

neydi şaşırdığım en çok neydi
neydi ilk şaşkınlığım, gözlerime
yangınlı su çiçekleri açtıran, kocaman
ilk çarptığım bir taşa ve diz üstü düştüğüm
unuttum şimdi

of! dedim, dağları kucakladım
kopardım ağlardan kendimi
ağlaya, güle… bağladım zamanı
tarazdır bu yüzden etek uçlarım

inip çıkan bir tahteravalliymiş hayat
bazen ağıt, bazen naat
gül gücenmiş, aşk üzülmüş, kime gam
biri bana söylemişti, hevestim daha
inanırdım aşka, insana, masallara

rahata geçebilirsiniz, tamam
ben kendi ayağıma dolandım
varın okşayın suçunuzu

çalınan karaymış, bağışlanan sus
aklım kanıyor, karış karış aklığım
ağlıyor altını çizdiğim satırlar, ah!
şaşırmayacak kadar büyümedim ki hiç
şahmaranlara!

yora yora sözcükleri, yorula yorula
yana savrula, söne savrula
çiçek açtı bak bağrıma bastığım taş
chopin’in kalbiymiş üflediğim kül
diri diri gömüldüğüm
ölüp ölüp dirildiğim prelüd

artık kimse inandıramaz beni yeni bir dine
yaktım yolları ardımda ağlayan annem
eğildim öptüm
gülümseyen bir kederle kendi gözlerimden

düştü soylu alınlığı göğün
hiçbir şey kalmadı uğruna dövüşecek
yaşamdan başka!

kendime bir çığlık kadar yakınım:
ölmedim daha!

Perihan BAYKAL

Gediz, Sayı:5

(Dergide okuyup ilgilenenlerin bilgisine: Şiirimin son dokuz dizesi bir dizgi hatası sonucu eksik yayımlanmıştır. Tam hâli yukardaki gibidir.)

Aşkın Küçük Sandal(lar)ı...

AŞKIN KÜÇÜK SANDAL(LAR)I...* Bu konuyla ilgili yazma önerisi bana geldiğinde ilkin biraz irkildiğimi itiraf etmeliyim. Tam da yeni bir şiir...