19 Eylül 2018 Çarşamba

Düş Derdim Düşler Derdim - II

shahmaran with hoope,,oil on canvas

DÜŞ DERDİM DÜŞLER DERDİM - II

Sümbülî bir sabahtı, bir yürüyüşe çıktım. Sinsi planının ayırdındaydım zamanın ama bir güzel burdum kulağını ve koydum cebime; ürü be dedim, ürü; ben yürüyeceğim! Bir gün bir aptallar ülkesinin öyküsünü yazacağım, zamana tutsak; söz verip kendime, yürüdüm. Göz kırptım Edgar Allan Poe’ya, “Çan Kulesi’ndeki Şeytan” öyküsünü anımsayıp; Tanpınar’a bir selam çakmayı da ihmal etmeden. Dedim ya, sümbülî bir sabahtı! Sümbülî’den daha güzel hangi sözcük anlatabilir bu sabahı, gökyüzünün şu rengini? Esirgeyen, serinliği ılık, üşütmeyen; sümbül rengi bir çadır bezi gibi başımızın üzerini kuşatan şu rengi. Kulaklığımda “Sonsuz Aşk” diyordu kadife sesli bir kadın, yumuşacık bir çığlık gibi. Ben yürüyordum; hem içimde, hem dışımda.

Yeni bitmiş, yeni yerleşilmiş, kendinden hoşnut binaların önünden geçtim. Yepyeni perdeleri, parlak gözler gibi pencereleri, geniş balkonlarında çiçekleri ile yaldızlı bir gösteriş içindeydiler. Kapı önlerinde, geniş bahçelerde, otoparklarda; metalik, opak, büyük, küçük, ucuz, pahalı onlarca araba; sabah mahmurluğu içinde uyukluyordu. Hizmete âmâdeydiler, köpekler gibi… Birazdan sahipleri uyanacak, kapılarını açacak, kontak anahtarlarını çevirecekti.Onlar da silkinip canlanacaklardı.

ekru duvar boyası
yaldızlı çerçeveler
neye yarar
neye yarar bir batık denizde
amforalar

-Gözüm acıyor, çiğ ışıklardan! Medet! Medet ey, içimdeki hiç susmayan arıkuşu. Medet, içimde çırpınan,çeperlerimi, sütrelerimi acıtan kırlangıç!..-

Ayaklarımın altında gıcır gıcır sesler çıkarıyordu asfalt. Görkemli konaklar yapılıyordu yol kenarlarında, ciğerini söker gibi toprağın, temeller açılıyordu. Bahçelerden, kazılan, yeni ekilen tarlalardan geçtim. Ayvalar çiçek açmıştı, gördüm. Ayva ağacı telaşsız, ferah bir rahatlık içinde, kadife kurdeleler gibi iri beyaz çiçeklerle, kadife tüylü meyvalarının muştularıyla donanmıştı.

Sümbülî bir sabahtı. Hem içimde, hem dışımda bir yolculuğa çıktım. Yürüdüm, ayaklarım acıyana, bacaklarım kamaşana değin. Ilık bir denizde kulaç atar gibi, yürüdüm. Gidebildiğim kadar gittim, patikalara çıktı yolum, baldıranlara, ebegümeçlerine, peygamber çiçeklerine. Sarı bir çiçek kopardım eğilip yerden, sordum, “Annen baban var mıdır?”

Yeşil bir tütsü gibi tütüyordu kır. Çektim içime doyasıya. Henüz vakit varken. 
***
Sustum ve dinledim. Evrene bin parçaya bölünüp dağılmış cevherdim, parçalarımı çağırıyordum demir mıknatıs gibi. Beduhsuz bir zarftım, korktum varamamaktan adresime. Bir harami bekler dağ geçidinde, yüreği kuş yüreği, gözleri fal taşı bir garip yolcuydum; ay çıtırtısından işkillenen! Ufka sevdalı ak tüylü martıydım, çayır gülüne vurgun mavi ispinoz kuşu. Halep yollarında Kerem’dim, Kalypso’nun adasında tutuklu Odysseus!.. Korkuyordum varamamaktan adresime ve göğüs kafesimde binlerce gül patlayıp dağılıyordu kan revan.

İnsicâm taşıyordu bulutlar, oysa sözüm vardı gökkuşağına.

Sustum ve dinledim… Mezopotamya’yı dinledim; Babil’i, sonra Bağdat’ı… Değildi asma bahçelerde gül ve bülbül, değildi Harun Reşid’in sarayında tef ve cümbüş; el yazmaları, külliyeler, rubailer değildi.

Meczup oluban aradım: Kül kesmiş ırmak kıyılarını, yanıp kavrulmuş bağları, bahçeleri; bir vakit atlas ve ipek hışırtılı, şimdi hayaletlerin dişleriyle güldüğü odaları, metrukhâneleri, aşhaneleri, kâşaneleri… Bir korunmasız yamaçta, aşk vurulmuş alnından yatıyordu boylu boyunca, sinekler konup kalkıyordu gül açmış alnında ve gördüm, bekleşirdi leş kargaları…

Sustum ve dinledim… Susumda patlarken sessiz çığlıklar…
Perihan Baykal
Mor Taka, Sayı:5, Bahar-Yaz 2006

Aşkın Küçük Sandal(lar)ı...

AŞKIN KÜÇÜK SANDAL(LAR)I...* Bu konuyla ilgili yazma önerisi bana geldiğinde ilkin biraz irkildiğimi itiraf etmeliyim. Tam da yeni bir şiir...